|
| TEVFİK FİKRET | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
muamma Admin
Mesaj Sayısı : 319 Kayıt tarihi : 02/07/08 Yaş : 35
| Konu: TEVFİK FİKRET Salı Eyl. 23, 2008 10:01 pm | |
| Doksan Beşe Doğru
Bir devr-i şeamet, yine çiğnendi yeminler; Çiğnendi, yazık, milletin ümmid-i bülendi! Kanun diye topraklara sürtündü cebinler; Kanun diye, kanun diye kanun tepelendi...
Eyvah! Otuz üç yıl o zehir giryeleriyle, Hüsranları, buhranları, ehvali, melali, Amal-ü devahisi ve sulh-ü seferiyle Bir sel gibi akmış, mütevekkil, mütehali... Yazsın bunu tarih-i iber hatt-ı zeriyle!
Ey bir dem-i rüya gibi geçmiş kara günler, Bir lahza edin seyr-i cahiminizi tekrar; Dönsün bize o derin nazra-i muğber... Heyhat! Otuz üç yıl, otuz üç yıl bütün ekdar Heyhat! Ne bir ders, ne bir fikr-i mukarrer Silmez fakat elvahını tarih-i muanit; Doksan beşi aç! Gölgesi bir tac-ı harisin Saklar mütelaşi, mütereddit, mütemerrit Evca-ı şebengizini bir yevm-i habisin. Hala o vesavis, o desayis, o mefasit.
Hala o şebin zeyl-i temadisi bu ezlam; Hala o cehalet, o tecahül ve o techil; Hala vatan hissesi bir tude-i alam; Hala düşünen başlara hep latme-i tenkil, Hala sırıtan dişlere hep lokma-i inam! Hala tarafiyyet, hasabiyyet, nesebiyyet; Hala: ‘Bu senindir, bu benim!’ kısmeti cari; Hala gazap altında hakikatle hamiyyet... Hep dünkü terennüm, sayıdan, saygıdan ari; Son nağmesi yalnız: Yaşasın sevgili millet!
Millet yaşamaz, hakka tahassürle solurken Sussun diye vicdanına yumruklar inerse; Millet yaşamaz, meclisi müstahkar olurken İğfal ile, tehdit ile titrer ve sinerse; Millet yaşamaz maşer-i millet boğulurken!
Kanun diyoruz; nerde o mescud-i muhayyel? Düşman diyoruz nerde bu? Hariçte mi, biz mi? Hürriyetimiz var, diyoruz, şanlı, mübeccel; Düşman bize kanun mu? Ya hürriyetimiz mi? Bir hamlede biz bunları, kahrettik en evvel.
Bir hamle-i mahnum-i tagallüple değiştik Hürriyeti şahsiyyete, kanunu gurura; Heyhat! Otuz üç yıl geri düştük ve mühlik Yoldan şu nedametli ve gafletli mürura Bişüphe o humma-yi cünun oldu muharrik, Ey millete bir sille olan darbe-i münker, Ey hürmeti kanunu tepen sadme-i bidad, Milliyeti, kanunu mukaddes tanıyan her Vicdan seni lanetle, mezelletle eder yad...
Düşsün sana meyyal-i tahakküm eğilen ser Kopsun seni –bir hak diye- alkışlıyan eller
1912 | |
| | | muamma Admin
Mesaj Sayısı : 319 Kayıt tarihi : 02/07/08 Yaş : 35
| Konu: Geri: TEVFİK FİKRET Salı Eyl. 23, 2008 10:01 pm | |
| Sis
Sarmış ufuklarını senin gene inatçı bir duman, beyaz bir karanlık ki, gittikçe artan ağırlığının altında herşey silinmiş gibi, bütün tablolar tozlu bir yoğunlukla örtülü; tozlu ve heybetli bir yoğunluk ki, bakanlar onun derinliğine iyice sokulamaz, korkar! Ama bu derin karanlık örtü sana çok lâyık; lâyık bu örtünüş sana, ey zulümlér sâhası! Ey zulümler sâhası... Evet, ey parlak alan, ey fâcialarla donanan ışıklı ve ihtişamlı sâha! Ey parlaklığın ve ihtişâmın beşiği ve mezarı olan, Doğu’nun öteden beri imrenilen eski kıralıçesi! Ey kanlı sevişmeleri titremeden, tiksinmeden sefahate susamış bağrında yaşatan. Ey Marmara’nın mavi kucaklayışı içinde sanki ölmüş gibi dalgın uyuyan canlı yığın. Ey köhne Bizans, ey koca büyüleyici bunak, ey bin kocadan artakalan dul kız; güzelliğindeki tâzelik büyüsü henüz besbelli, sana bakan gözler hâlâ üstüne titriyor. Dışarıdan, uzaktan açılan gözlere, süzgün iki lâcivert gözünle nekadar canayakın görünüyorsun! Canayakın, hem de en kirli kadınlar gibi; içerinde coşan ağıtların hiç birine aldırış etmeden. Sanki bir hâin el, daha sen şehir olarak kuruluyorken, lânetin zehirli suyunu yapına katmış gibi! Zerrelerinde hep riyakârlığın pislikleri dalgalanır, İçerinde temiz bir zerre aslâ bulamazsın. Hep riyânın çirkefi; hasedin, kârgüdmenin çirkeflikleri; Yalnız işte bu... Ve sanki hep bunlarla yükselinecek. Milyonla barındırdığın insan kılıklarından Parlak ve temiz alınlı kaç adam çıkar?
Örtün, evet ey felâket sahnesi... Örtün artık ey şehir; örtün, ve sonsuz uyu, ey dünyanın koca kahbesi! Ey debdebeler, tantanalar, şanlar, alaylar; Kaatil kuleler, kal’ali ve zindanlı saraylar. Ey hâtıraların kurşun kaplı kümbetlerini andıran, câmîler; ey bağlanmış birer dev gibi duran mağrur sütunlar ki, geçmişleri geleceklere anlatmıya memurdur; ey dişleri düşmüş, sırıtan sur kafilesi. Ey kubbeler, ey şanlı dilek evleri; ey doğruluğun sözlerini taşıyan minâreler. Ey basık tavanlı medreseler, mahkemecikler; ey servilerin kara gölgelerinde birer yer edinen nice bin sabırlı dilenci gürûhu; “Geçmişlere Rahmet! ” diye yazılı kabir taşları. Ey türbeler, ey herbiri velvele koparan bir hâtıra canlandırdığı halde sessiz ve sadâsız yatan dedeler! Ey tozla çamurun çarpıştığı eski sokaklar; ey her açılan gediği bir vak’a sayıklıyan vîrâneler, ey azılıların uykuya girdikleri yer. Ey kapkara damlariyle ayağa kalkmış birer mâtemi sembole eden harap ve sessiz evler; ey herbiri bir leyleğe yahut bir çaylağa yuva olan kederli ocaklar ki, bütün acılıklariyle somutmuş, ve yıllardır tütmek ne... çoktan unutulmuş! Ey mîdelerin zorlaması zehirinden ötürü her aşâlığı yiyip yutan köhne ağızlar! Ey tabi’atin gürlükleri ve nimetleriyle dolu bir hayata sâhip iken, aç, işsiz ve verimsiz kalıp her nâmeti, bütün gürlükleri, hep kurtuluş sebeplerini gökten dilenen tevekkül zilleti ki.. sahtadir! Ey köpek havlamaları, ey konuşma şerefiyle yükselmiş olan insanda şu nankörlüğe lânet yağdıran feryât! Ey faydasız ağlayışlar, ey zehirli gülüşler; ey eksinlik ve kaderin açık ifadesi, nefretli bakışlar! Ey ancak masalların tanıdığı bir hâtıra: Nâmus; ey adamı ikbâl kıblesine götüren yol: Ayak öpme yolu. Ey silahlı korku ki, öksüz ve dulların ağzındaki her tâlih şikayeti yapageldiğin yıkımlardan ötürüdür! Ey bir adamı korumak ve hürriyete kavuşturmak için yalnız teneffüs hakkı veren kanun masalı! Ey tutulmıyan vaitler, ey sonsuz muhakkak yalan, ey mahkemelerden biteviye kovulan “hak”! Ey en şiddetlikuşkularla duygusu kö¨rleşerek vicdanlara uzatılan gizli kulaklar; ey işitilmek korkusuyle kilitlenmiş ağızlar. Ey nefret edilen, hakîr görülen millî gayret! Ey kılıç ve kalem, ey iki siyasî mahkûm; ey fazilet ve nezâketin payı, ey çoktan unutulan bu çehre! Ey korku ağırlığından iki büklüm gemeye alışmış zengin – fakir herkes, meşhur koca bir millet! Ey eğilmiş esir baş, ki ak-pak, fakat iğrenç; ey tâze kadın, ey onu tâkîbe koşan genç! Ey hicran üzgünü ana, ey küskün karı-koca; ey kimsesiz; âvâre çocuklar... Hele sizler, hele sizler...
Örtün, evet, ey felâket sahnesi... Örtün artık ey şehir; Örtün, ve sonsuz uyu, ey dünyanın koca kahpesi! T.Fikret –18 Şubat,1317- | |
| | | muamma Admin
Mesaj Sayısı : 319 Kayıt tarihi : 02/07/08 Yaş : 35
| Konu: Geri: TEVFİK FİKRET Salı Eyl. 23, 2008 10:02 pm | |
| Balıkçılar
- Bugün açız yine evlatlarım, diyordu peder, Bugün açız yine; lakin yarın, Ümid ederim, Sular biraz daha sakinleşir... Ne çare, kader!
- Hayır, sular ne kadar coşkun olsa ben giderim Diyordu oğlu, yarın sen biraz ninemle otur; Zavallıcık yine kaç gündür işte hasta...
- Olur; Biraz da sen çalış oğlum, biraz da sen çabala; Ninen baban, iki miskin, biz artık ölmeliyiz... Cocuk düşündü şikayetli bir nazarla: - Ya biz, Ya ben nasıl yaşarım siz ölürseniz?
Hala Dışarda gürleyerek kükremiş bir ordu gibi Döğerdi sahili binlerce dalgalar asabi.
- Yarın sen ağları gün doğmadan hazırlarsın; Sakın yedek biraz ip, mantar almadan gitme... Açınca yelkeni hiç bakma, oynasın varsın; Kayık çocuk gibidir: Oynuyor mu kaydetme, Dokunma keyfine; yalnız tetik bulun, zira Deniz kadın gibidir: Hiç inanmak olmaz ha!
Deniz dışarda uzun sayhalarla bir hırçın Kadın gürültüsü neşreyliyordu ortalığa.
- Yarın küçük gidecek yalnız, öyle mi, balığa? - O gitmek istedi; 'Sen evde kal!' diyor... - Ya sakın O gelmeden ben ölürsem?
Kadın bu son sözle Düşündü kaldı; balıkçıyla oğlu yan gözle Soluk dudaklarının ihtizaz-ı hasirine Bakıp sükut ediyorlardı, başlarında uçan Kazayı anlatıyorlardı böyle birbirine. Dışarda fırtına gittikçe pür-gazab, cuşan Bir ihtilac ile etrafa ra'şeler vererek Uğulduyordu...
- Yarın yavrucak nasıl gidecek?
şafak sökerken o, yalnız, bir eski tekneciğin Düğümlü, ekli, çürük ipleriyle uğraşarak ılerliyordu; deniz aynı şiddetiyle şırak - şırak döğüp eziyor köhne teknenin şişkin Siyah kaburgasını... Ah açlık, ah ümid! Kenarda, bir taşın üstünde bir hayal-i sefid Eliyle engini guya işaret eyleyerek Diyordu: 'Haydi nasibin o dalgalarda, yürü!'
Yürür zavallı kırık teknecik, yürür; 'Yürümek, Nasibin işte bu! Hala gözün kenarda... Yürü!' Yürür, fakat suların böyle kahr-ı hiddetine Nasıl tahammül eder eski, hasta bir tekne?
Deniz ufukta, kadın evde muhtazır... ölüyor: Kenarda üç gecelik bar-ı intizariyle, Bütün felaketinin darbe-i hasariyle, Tehi, kazazede bir tekne karşısında peder Uzakta bir yeri yumrukla gösterip gülüyor; Yüzünde giryeli, muzlim, boğuk şikayetler... | |
| | | | TEVFİK FİKRET | |
|
Similar topics | |
|
Similar topics | |
| |
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |