Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  AramaArama  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yap  

 

 TÜRKÜ HİKAYELERİ

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
muamma
Admin
muamma


Mesaj Sayısı : 319
Kayıt tarihi : 02/07/08
Yaş : 35

TÜRKÜ HİKAYELERİ Empty
MesajKonu: TÜRKÜ HİKAYELERİ   TÜRKÜ HİKAYELERİ EmptyPerş. Eyl. 25, 2008 10:43 pm

AĞ GÜL SENİ CAMEKANDA GÖRMÜŞLER

Ağgül'e varıp sorsalar; deseler ki, "Söyle terk edermisin? Yıllardır yavuklu bildiğin Mustafa'nı terek edermisin ?" Ne der acep Ağgül Terkederim dermi ki hiç seven sevdiğini terk edermi? Ama töreler gelenekler ana babanın baskısı koparıp götürür seveni sevdiğinden Geride kalan derdini türkülere döker Türkülere sığınır, içini türkülere boşaltır Giden gittiğini bilir, içine atar dertlenir kaygulanır o kadar

Derler ki, Ağgül köyün varsıllarından Mürsel ağanın kızıdır Güzel mi güzel simsiyah saçlar, kestane rengi gözler, salına salına yürüyüşü yürekleri yakarmış Köy gençlerinin gözü Ağgül’de ama kimse de yan gözle bakamazmış Nedeni de Mustafa Herkes sayar severmiş Mustafa 'yı Yoksul bir ailenin çocuğu olan Mustafa babası öldükten sonra evin bütün sorumluluğunu yüklenmiş, anasını ele muhtaç bırakmamış Alnının teriyle geçimini sağlıyor Bazen zorlansa da yakınmıyor Mustafa Ağgül'üne de kavuşursa tasası kalmayacak Gel gör ki, Ağgül'ün babası verimkâr değil "Mustafa kim oluyor ki bizden kız isteyecek o ilkin karnını doyursun" diyormuş İyi hoş ama Ağgül öyle demiyor "Bir lokma bir hırka olsun yeter artığını istemem" diyor diyor ya dinleyen kim Babası tam bir şehirli düşkünüymüş "Şehirli köylüden daha iyidir bizim Şefketgil şehire gitti de eli yüzü açıldı temiz yiyor temiz giyiniyorlar, benim kızım da şehirliye layık" diyor da başka birşey demiyormuş Onlar böyle diye dursun Mustafa ile Ağgül sık sık buluşup akşam karanlığı çöküp el ayak çekildi mi soluğu Ağgül'lerin bahçesindeki ceviz ağacının altında alırlar ve "Yarın son olsun kaçıp gidelim burdan" diye kavilleşip ayrılırlarmış Üç gün beş gün, üç ay beş ay hep kavilleşiyorlar, hep yarına bırakıyorlarmış Sözün kısası altı ay geçiyor aradan

Günlerden bir gün Mustafa yine gelip cevizin altında beklemiş Ay tepede, ay tepeyi aşıyor, ay kayboluyor Ağgül yok ortada Cevizin altında uyuyup kalıyor Mustafa, sabahın ilk ışıklarıyla uyanıyor; gördüğü düşleri hayıra yormaya çalışıyor Daha sonra kalkıp köyün kahvesine gitmiş Dalgın dalgın çayını içerken çocukluk arkadaşı Zamir gelmiş kahveye Varıp Mustafa'nın yanına yavaştan "Seninkini akşam vermişler lokumu dağıttılar elini çabuk tut kaçır yoksa havanı alırsın" demiş Mustafa ayıkmış birden "Demek işin içinde iş varmış demek onun için gelmemiş Ağgül" diye konuşmaya başlamış kendi kendine "Şehirden bir tanıdıklarının oğluna vermişler Keleşzadeler'in oğluymuş Zengin adamdırlar konakları dillere destan saray gibi Elini tez tut yoksa gitti gider Ağgül" deyince yüreği bir ateş harmanına dönmüş Mustafa'nın Yan babam yan Akşamı zor etmiş Mustafa Hemen koşmuş ceviz ağacının altına sabahı etmiş ertesi akşamı etimiş yok "Daha kaçgün oldu kavilleşeli ne çabuk sözünden döndü" diye içi içini yemeye başlamış Bir yandan da umudunu yitirmiyor "Ağgül bensiz olmaz döner gelir bir gün" deyip ceviz ağacına gidiyormuş sık sık Derken düğün günü gelip çatıyor Keleşzadeler'in düğünü de şanına uygun davullar çifter çifter, kazanlar kaynıyor Düğün üç gün üç gece sürmüş Mustafa da daha fazla dayanamıyıp köyden kaçıp dağlara gitmiş Ama uzaklaşamıyor gözü ceviz ağacındadır hep Dönüp dolaşıp düğünün son günü köye geri gelmiş Ağgül’ü arabaya bindirmişler araba ağır ağır yola düşmüş Mustafa da köyün en yüksek tepesi olan Kırlangıçtepe'ye tırmanmış Şehre inen yol ayaklar altında düğün alayını gözden kaybolana dek seyretmiş Mustafa artık kolu kanadı kırık deli gibidir ne yapacağını bilemez "Ben Ağgül'süz nasıl yaşarım, ama döner bir gün mutlaka kaçar gelir bana" deyip umutlanır Günler günleri eskitir, aylar ayları Hiçbir haber yoktur Tek haber, arada şehre inenlerden yolu düşüp konağın önünden geçenlerden gelirmiş Ağgül'ü yüzünü cama dayamış dalgın dalgın düşünürken görürlermiş Mustafa'yı da en son elinde bir ceviz fidanıyla Kırlangıçtepe'ye tırmanırken görmüşler Tepenin en görünür yerine diker fidanı sonra da yanık sesiyle bir türkü tutturmuş O günden sonra kimse bilmez Mustafa'ya ne olduğunu Kimi Çukurova'ya yerleşti der kimi ‘canına kıydı’ der Ama Mustafa'nın son gün söylediği türkü kimsenin dilinden düşmemiş Köyün de sınırlarını aşıp yankılanmış


Kaynak:
Yaşar Özürküt
Öyküleriyle Türküler 1
İstanbul, 1999
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://ahiedebiyat.yetkinforum.com
muamma
Admin
muamma


Mesaj Sayısı : 319
Kayıt tarihi : 02/07/08
Yaş : 35

TÜRKÜ HİKAYELERİ Empty
MesajKonu: Geri: TÜRKÜ HİKAYELERİ   TÜRKÜ HİKAYELERİ EmptyPerş. Eyl. 25, 2008 10:44 pm

AKSARAY DEVELİSİ

Yaklaşık 1900 yıllan Temmuz güneşinin Anadolu'yu yakıp kavurduğu günlerde, Konya 'ya yakın köylerden birindeyiz Bir evin temelleri yeni bitmek üzere İri yan bir adam koca elleriyle güneşe inat, koca koca taşlan yontup, temeli yükseltmek için ha bire çalışmakla meşgul Bir yandan da çamur isteyip, amelelere daha sıkı çalışmalarını tembih ediyor Dört beş amele, bir ustaya çamur ve taş yetiştirmekte güçlük çekiyorlar Etraf an kovanı gibi Taş ve çekicin işlemenin ve işlenmenin verdiği hazla çıkardıkları ses, dalga dalga çevreye yayılıyor İri yan koca elli adam bir terini siliyor, bir temele taş koyuyorken, gözü tulumbanın başında, su içme bahanesiyle oyalan ameleye takılır Gümbür gümbür bir ses ile amelenin yüreğini oynatır Amele hemen küreğini alıp çamur karıştırırken, ''Ne sert bir adam'' diye düşünür

Oysa bilmez ki, kaba saba adam diye tasvir ettiği kişi ne kadar ince ruhludur!

Oysa bilmez ki, taş kıran kerpiç kesen o eller, kanun üzerinde dolaşırken, al yazmalı körpecik köylü kızının kınalı narin ellerinden farksız olduğunu!

Nerden bilsin ki o koca elli adamın Gökmen Hasan Hüseyin Ağa olduğunu Nerden bilsin ki, Gökmen Hasan Hüseyin Ağa'nın Konya'da namı olduğ1mu, Konya oturaklarının değişmez siması olduğunu

Ve yine bilmez ki, geleli daha birkaç gün olmasına rağmen, yüreğinin sıla hasretiyle çarptığını Konya'yı, tozlu Aksinne'sini

Külahçı sokağının karşısındaki alçacık da köhne kerpiç evini

Muhabbetin pervasızca sunulduğu, günlerin haftaların kısaldığı Konya oturaklarını, "Şabab oğlan" türküsünü, ihvanını, yaranını özlediğini, kanun tellerin nağme olup gezinmeyi arzu ettiğini nerden bilsin ki?!

O koca elli adam, Gökmen Hasan Hüseyin Ağa, bir yandan terini siliyor, bir yandan yonttuğu taşı itina ile yerine yerleştiriyor

Taş yontarken çekicin çıkardığı ses sanki akşam yakacağı türkünün, dillerden düşmeyecek türkünün, çığ çığlık habercisi idiler

Derken, güneş kızgınlığını yitirip gece ülkesine yolculuğunu hızlandırınca, işi bırakırlar

O koca elli, ruhu kanun telinde dolaşan adam, Gökmen Hasan Hüseyin Ağa, bulgur aşını yedikten sonra bir ''Kalıp carası2'' yakar

Başını aktaşa koyar, uzanır Sigara dumanının adında Emmiler türküsü yankılanırken uyuya kalır

Rüyasında yaranı, kadınlar pazarında bir ara bekçilik yapan ''Gavur İmam'ı'' görür Asıl adı Hüseyin olan Gavur İmam, o sıralar bir camide imamlık yapmaktadır Her günkü gibi yatsı namazını kıldırıp, caminin kapısını kilitlemiş, başında sarığı, sırtında cüppesi, elinde şak şak tespih ile ağır ağır evine giderken birden irkilir! Kulak kabartır?! Bir saz dövünmektedir uzaktan! Gavur İmam olduğu yere mıhlanır Bir süre evi dinler Evet! Evet! Artık şüphesi kalmamıştır, bir oturaktır bu Olanca haşmetiyle dışarıya taşan ahenk onu cezbeder, eli gayri ihtiyari kapının tokmağına gider O da ne?! Kapı açıktır, dalar Bu bir bağ evidir Daha iyi duyabilmek için, gider, pencerenin altına çöker Şuh zil sesleri arasında, yanık yanık türkü söyleyen Gökmen Hasan Hüseyin Ağa'yı tanır;

Eremedim vefasına dünyanın
Bülbül konmuş sarayına Konya'nın

Bunu duyan Gavur İmam, artık dayanamaz, kapıyı tıklatır, kapı açılır, içeri girer Bir oturak kadını zarif, kıvrak hareketlerle, ayaklan adeta yere basmamacasına zil dövmektedir Dem, nargile ve ahenk birbirlerine sinmiş; içeriyi tatlı bir sarhoşluk kaplamıştı Gavur İmam, hemen kapının yanına çöktü ve terbiyeli sesiyle dövünmeye başladı;

Eremedim vefasına dünyanın
Bülbül konmuş sarayına Konya'nın;

derken herkes onu fark etti Başında sarık, sırtında cüppeyle onu görünce şaşırdılar, fakat şaşkınlıktan kısa sürdü; tanımışlardı

Hoşgörüsü ve muhabbet ehli olmasıyla tanınan Gavur İmam'dı Türkü bitti, ara verdiler

Oyuncu kadın boşalan kadehleri testideki kaçak rakıyla tazeledikten soma, bir kadeh de Gavur İmam'a uzattı Gavur İmam içmedi O muhabbetten, zaten sarhoşlamıştı Bunun üzerine oyuncu kadın, eline koca bir döğme gümüş tabaka alarak sigara sardı ve meclistekilere tek tek ikram ederek yaktı

Saatler çabucak geçmişti Ortalık ağarmaya başlayınca, Gavur İmam'ın aklı başına geldi Bir süre düşündü, soma ani bir kararla sırtından cüppesini, başından sarığını ve saltasının cebinden camiinin anahtarını çıkarıp, kendisine kapıyı açan gencin eline verdi ve kulağına şöyle fısıldadı;

''Bunları camiye götür, cemaatten birine ver, Gavur İmam artık gelmeyecek, Eremedim vefasına dünyanın türküsünü çağıracak de!''

Gökmen Hasan Hüseyin Ağa yatsı ezanlarıyla uyandı Kendini hala oturakta zannediyordu Fakat yüzüne çarpan serin yel, ona rüya gördüğünü hatırlattı O ne biçim rüyaydı öyle? Hem öyle bir türküsü de yoktu İçinden yakılmamış türküyü okumak geldi, salıverdi sesini;

Eremedim vefasına dünyanın
Bülbül konmuş sarayına Konya'nın

Aksaray'dan Bakırtolu'na yol gider
Sürmelenmiş ela gözlü yol gider

Uzamışsın hay sevdiğim dal gibi
Gelip geçen selam vermen el gibi

Beyler besler merrak için tazıyı
Kadir mevlam böyle yazmış yazıyı

Devem yüksek atamadım urganı
Susadıkça ver ağzıma gerdanı

Saçım uzun ben saçımı tararım
Var mı benim Konyalıya zararım

Ağzından dökülen sözlere kendisi de şaşırdı Tuhaf duygular içindeydi Bir an ürperdi Kalktı, yatmak üzere ahır sekisine3 doğru yollandı Döşeğini serdi, soyundu, yattı ve uyudu

Bu gün Hacı Fettah Mezarlığında uyuyan Gökmen Hasan Hüseyin Ağa'nın bu türküsü, yıllarca dillerden düşmemiş, oturak alemlerinin baş köşesine oturtulmuş, sazların iniltisinde nağmeleri dolanmış, sıla hasreti, yar hasreti çekenlerin, dünyanın vefasına eremeyenlerin gönlünde günümüze kadar ulaşmıştır

1-Kaynak Kişiler: 1Mazhar Sakman; 2Hüseyin Çağıllar
2-Eskiden hazır sigaraya verilen İsim
3-Konya köy evlerinde ahırın yanındaki büyük oda


Kaynak:
Mehmet Tahir Sakman
Dünden Bugüne Konya Oturakları
İstanbul, 2001
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://ahiedebiyat.yetkinforum.com
muamma
Admin
muamma


Mesaj Sayısı : 319
Kayıt tarihi : 02/07/08
Yaş : 35

TÜRKÜ HİKAYELERİ Empty
MesajKonu: ANKARA'DA YEDİM TAZE MEYVAYI   TÜRKÜ HİKAYELERİ EmptyPerş. Eyl. 25, 2008 10:44 pm

ANKARA'DA YEDİM TAZE MEYVAYI

Anakara'nın keskin ilçesinin cin ali köyünde 1924 yılında Sefer adında bir erkek çocuk doğar İlkokulu köyünde okuyan Sefer 15 yaşından sonra ailesinin tüm rençberlik işlerine yardım eder yürütür Güçlüdür kuvvetlidir Sefer Köyde herkes tarafından sevilir 20 yaşına gelince de Seyfli köyünden Hatice yi istetir Söz kesilir düğün olur evlenirler

Aradan üç ay geçince Sefer ince hastalık denilen vereme tutulur Doktorlar bir çare bulamazlar Taa Ankara lara götürülür ve 20 Haziran 1944 te garip Sefer ölür Aşağıdaki türkü Sefer için yakılmıştır



Ankara'da Yedik Taze Meyvayı
Boşa Çiğnemişim Yalan Dünyayı
Keskin'den De Sildirmeyin Künyeyi
Söyleyin Anama Anam Ağlasın
Anamdan Başkası Yalan Ağlasın

Ankara'yla Şu Keskin'in Arası
Arasına Kara Duman Durası
Çok Doktorlar Gezdim Yokmuş Çaresi
Söyleyin Anneme Annem Ağlasın
Babamın Oğlu Var Beni Neylesin

Trene Bindim De Tren Salladı
Zalim Doktor Ciğerimi Elledi
İy- olursun Dedi Geri Yolladı
Söyleyin Anama Anam Ağlasın
Anamdan Başkası Yalan Ağlasın

Benzim İçtim Ciğerlerim Tutuşur
Ağlama Hatice, Sefer Yetişir
Söyleyin Anneme Çalsın Nennimi
Kim Alırsa Alsın Nazlı Gelini

Binmiş Taksiye De Sefer Geliyor
Annesinin Ciğerini Deliyor
Gelin Hatice'yi Eller Alıyor
Söyleyin Anama Anam Ağlasın
Gelin Hatice'yi Kimler Eylesin

Mezarımı Derin Kazın Dar Olsun
Edirafı Lale Sümbül Bağ Olsun
Ben Ölüyom Ahbaplarım Sağ Olsun
Söylen Kardaşıma Çalsın Sazımı
Kadir Mevlam Böyle Yazmış Yazımı


Kaynak:
Ahmet Günday
Bağlama Metodu
Notaları ile Halk Türküleri
ve Türkü Hikayeleri Nisan 1977
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://ahiedebiyat.yetkinforum.com
muamma
Admin
muamma


Mesaj Sayısı : 319
Kayıt tarihi : 02/07/08
Yaş : 35

TÜRKÜ HİKAYELERİ Empty
MesajKonu: Geri: TÜRKÜ HİKAYELERİ   TÜRKÜ HİKAYELERİ EmptyPerş. Eyl. 25, 2008 10:45 pm

AŞAN BİLİR KARLI DAĞIN ARDINI

Her biri bilinmez bir mezar şimdiMezar taşları ürpertir,ürkütür insanıAma beni,o hassas melteme bile dayanamayacak kadar hafif vucutları,yüreklerinin çektikleri,katlandıkları ve yaşadıkları dillere destan, ateş dolu, acı dolu hayatları daha çok ürpertmiştir hepMezar taşlarından daha fazla“Sen ne güzel bulursun gezsen Anadolu’yu” demiş ozanDemişya! Ne yürekten demiş,ne Doğru demişAnadolum benimGünde bin güzellik görüp, birine vurulduğumuzGam ile dert ile yogrulduğumuzGök gözlü,güneş yüzlü,derin sözlü,yarım özlüEkmek’ini el ile paylaşan, çarşambasını sel alan, sevdiklerini el alanKor yürekli, demir bilekli,başı bulutlarda yiğitlerin, vefalı, sadık,vefakar,örük saçlı, uzun boylu yapalakların,tuğ sunaların, toraşamların, gül yüzlü güzellerin, ceylanların,efsanelerin, lav gibi fişkıran yüreklerin, düğünlerin, halayların, türkülerin, ağaların, beylerin, ozanların, ve dillere destan aşıkların diyarı anadolum Anadolum benimKerem ile Aslı’sı var,Ferhat ile şirin’i var, Leyla ile Mecnun’u var,Elif ile Mahmut’u, Sürmeli bey’i, Şah İsmail’i, Sümmani’si var Dil hangi birine döner,yürek hangi birine katlanırVe kalem hangi birini yazabilir Yazıpta başedebilirki

İşte Senem ile yazıcı oğluda bu yürek yangınlarını çekmiş binlerce kor yığınından sadece ikisi

Tülü mayalar, kırk atlar koçlar, taylar kuzular, gökce gelinler ve koç yiğitlerden kurulu yörük kervanı Binboğa dağlarının üstünden aşıp, güneş’in kızıla boyanıp battığı Tanır yaylasına doğru ince bir çizgi gibi, bir uçtan bir uca süzülüp geçti Günlerdir at üstündeki aşiret mensupları yorulmuşlar, bunalmışlardıAma yol bitmiş sınırın hemen yanıbaşındaki konak yeri Yapalak görünmüştür Akşamüstü yaylaya ulaşınca kervanın en önünde giden tülü mayadan yaşlı bir yörük beyi sıçrayip indiArkasinda uzanan kervana dur etti ve bagırdı “Konak yerimiz buradırAt lar baglana, denkler çözüle tez elden çadırlar kurula ALLAH hayıra getire dedi”Yigitler atlarından, gelinler tülü mayalarından indilerBirkaç genç kadın, yörük beyinin indiği devenin yedeğindeki al bir at’tan, genç bir kızı incitmekten korkar gibi tutup indirdiler yereAltına kilim serildiÜstüne gölgelik çekildi hemen Bağdaş kurup oturdu genç yörük kızı yereOmuzunun bir ucundan bir ucuna fişeklik çevriliydiBelinde gümüş saplı bir hançer takılıydıİran ipeğindendi tüm giysileri Samur saçları başındaki yeşil berenin içinde toplanmış, kenarlarından taşmıştıUzun boylu, beyaz tenli, simsiyah gözlü, ceylan bakışlı, bakanın bir daha baktığı, gürenlerin yüreklerini yaktığı bir ahuydu bu Ne Tanır, ne Binboğalar nede bu küçük Yapalak, böyle bir güzele çadır açmamış,böyle bir ceylana raslamamışlardıYayla böyle bir güzel görmemişti

Tez elden çadırlar kurulduAtlar kuzular koyunlar çayır’a salındıBeyin siyah çadırından geniş obası kurulduTüfekler, sazlar asıldı çadır direklerineAy orta yere gelip dolandıMehtap bir uçtan bir uca ışığıyla doldu yapalak’aYörükler meydan yerinde yaktıkları, gökyüzüne uzanan bir ateş yığınının başında, geceye teslim ettiler ilk günlerini

Ertesi sabah hemen duyuldu Tanır’a yörüklerin gelip yerleştikleriAdettendi, yerli halk gelip hoşgeldiniz derdiBirkaç ay
kalıp sonra gidecek olan bu göçebe yörükleriyle kardeş gibi geçinirlerdiHoşgeldine gitmek bölgenin ağasına düşerdiAğa yanına bölge büyüklerini toplar,kadın’ını yanına alır, gider yeni misafirleriyle tanış olurdu Yine öyle oldu Tanır’ın şanlı Bey’i Yazıcı oğlu köyünün büyüklerini çağırıp, başlarınada oğlu Osman’ı katıp hoşgeldine gönderdi yörük içine Atlayıp atlarına, vardılar yörük yaylasına yerlilerYörükler hürmetle yürekten karşıladılar gelenleriKoşup ağaya haber verdilerKara çadırından önce ak saçlı yörük beyi,ardında o ahu gözlü, fidan boylu ceren çıktıBir hançer gibi dikildi karşılarınaBaşı yularda iki eli böğründe Daha buyrun diyemeden, ziyaretcilerin başında atın üstünde bir kartal gibi duran yemyeşil gözlü, kartal bakışlı çınar gibi heybetli Osmana takıldı gözleri Bir yıl gibi sürdü ikisi içinde bu bakışlar Bakıştılar

Buyrun dedi yörük bey’iYanında hala,yere saplı bir hançer gibi duran kıza döndüSenem dedi: Atı tut kızımKoştu Senem adetleri gereğince, gelen kafilenin bey’i ile hanım ağasının atının yularına sarıldıKadında Osmanda indiler atlarından Tam kafile yörük illeri gelenekleri gibi halka tutup oturdularHoş geldiniz edildiKahveler, katıklar içildi, konuşulup tanışıldı Ama iki genc’in aklı ve gözleri bir an bile ayrımadı birbirlerinden İşte diyordu Senem! Kendimi kollarına teslim edebileceğim, erim, erkeğim diyebileceğim çınar gibi bir yiğitİşte diyordu Yazıcı oğlu Osman’aYazıcı oğlu Osmanda; Baba evine götürebileceğim, övünç duyup yaslanacağım, bir ahu diyordu kendi kendine

Akşama kadar kalındı yörük yaylasındaGeniş sofralar yazıldı yere, koyunlar kızartıldı, katıklar yayıldı,yenildi içildiAma Senem le Osman bir kere düşen bir kor yığını gibi, bakıp durdular birbirlerineAkşam yörüklerden ayrılıp Tanır’a dogru yola çıktıkları zaman,Osman yüreğinden bir parçanın yapalakta kaldığını hissettiSenem yüreğinden bir parçanın kopartılıp alındığını, içinden bir şeylerin eksildigini sandı Günler akıp geçtiNe Senem nede Osman unutamadılar birbirleriniBir bahane bulup yeniden gidemedi Osman yörük çadırınaSenem obadan dışarıya ayak atamadı

Ama seven yürek neler etmezki, her şeyin çaresi bulunduBir yörük kadını yardım etti bey kızına Bey oğlu atlayıp atına Seneme koştuAy ışığında her buluşup konuşmalarında daha çok yandı yürekleri,Daha çok sevdiler, daha çok bağlandılar birbirlerine

Sevda bu Çaresi olmazsa sarartıp soldurur, öldürür adamıSenem de Osman da aynı ateşte kavruldularSenem seviyordu ama çaresizdiBiliyorduki babası oba dan dışarı kız vermezdiTöreler böyleydiOsman düşündü, bir yörük kızını eve almazdı babası Kaçalım dediler bir gün Yok dedi Senem Kaçalım dedi oğlan yok dedi Senem Ben böyle bir ateşle yana yana ölürümde kaçmamKaçıp yere yıkmam başını babamınBabamın başını yere yıkamam Başka çare yok Kaideleri yıkacak, iki sevdalıyı birbirine kavuşturacak, ağır kuvvetli Yörük beyine bir dünür kafilesi gerekti

Bir yiğit sararıp solar erir giderde,bir bey kadını hatun ana’sı hissetmezmiGayrı sordular, Osman anlattıBir tek oğlanın derdine çare bulmak,onu bu dertten bu acıdan kurtarabilmek için kaideleri bir bir yıktı babasıEtraf çevrelerden ağalar toplandıDünür kafilesi ve hediyeler hazırlanıp varıdı yörük ağasına Bir sevinç bir umut düştü içine senemin,bir sevinç doldurdu içini Osman ağanınNe kaldıki aha bugün olsa yarın kavuşuverirlerBirbirlerine yakışan nazarlık bir çift olular ALLAH'ın emriyle dediler kızını istedilerALLAH yazdıysa biz ne edek velakin obamızın kanunları vardır İhtiyarlarımıza soralım, bir kaç gün izin verin düşünelim,iletiriz kararımızıİsteriz ki kızımız oğlunuza kurban ola,böyle bir beyin gelini olaAma töreler dediler

Umut içinde döndü dünür kafilesiBir yangın düştü içine yörük beyininAma ölürde törelerini yıkmaz, aşiretin dışına kız vermezdiFakat bu çevrenin en güçlü adamı dünür geliyorVermezlerse basarlar obayı alır kaçırırlar kızıOnlar basmadan biz kaçmalıyız dedi oba yaşlılarına Hemen o gece çadırlar söküldü, sürü toplandı, kervan hazırlandıVe Senem içi kan ağlıyorBir ölüden farksızTüm oba yiğitlerinin arasında çekilip gittiler YapalaktanBir gecede toplandılar gittiler

Ertesi gün tüm Tanırlılar boş buldular yaylayıBin yerinden hançerlenmiş gibi inledi yıkıldı , bir ölüden ferksız oldu Osman Her yana haberler salındı, sözcüler gönderildiAylar yıllar sürdü bu arayışAma ne yörük kervanının izine raslandı, nede Senemden bir haber alındı

Yıllar geçti aradan yandı yıkıldı Osman, ama Senemden bir haber alamadıTalih’i her gün biraz daha karardıBir düğünde bir gözünü kaybettiDeğen saçmalarla birlikte anası babası öldüGünler yel gibi geldi geçtiOnun içindeki yangın geçmedi unutamadı Senem’iOn yıl, yirmi yıl, elli yıl, atmış yıl geçti, bir haber gelmedi Senemden

Sonra bir yaz günü evinin önünde oturup çocuklarıyla oynarken; Köyün çerçicisi bir ermeni vardıO geldi koşarak yanına Ağam dedi! Ağam kurban olam haberler neki haberlerDesem yıkılırmısın yoksa sevinirmisin Eski bir yaraya tuz mu atarım Anlat dedi YazıcıoğluAnlat hele ne istersinHaberin hayırlıysa tarla veririm, değilse çek git

Kozan’daydım dedi ermeni çerçi, mal satardım Açmış oturmuştum metamı, buğday almış kumaş verirdimİki büklüm bir ihtiyar geldi yanımaSaçları ak, gözlerinin feri sönmüş bir ihtiyar kadınOğuk dedi nerelisinTanırlıyım ana dedim Osman ağayı bilirmisin dediBilirim elbet dedimİnsan köyünün ağasını bilmezmi?

Kuşağından bir çıkını çıkarttıAha bu lapatan’ı elime tutuşturup, Osman ağaya söyle Senem ananın selamı var, yüreği yüreğinle birdirKimseye yar olmamıştırBir yayla kızı gibi sevmiş bir yayla kızı gibi sadık kalmıştır de,Ama gayrı her şey geçtigelip aramaya, arayıp sormaya de Ağam selam yerde kalmazmış getirdim sana, Gayrı sen bilirsin dedi ermeni
çerçi Yüreğinde yetmiş yıl evvelin koru yeniden yandıOsman Ağanın içinde kaynar bir şey aktıAltınlar tarlalar verdi ermeni çerçiyeAt hazırlattı, yanında iki adam düştü kozanın yoluna Osman Ağa Senem le buluştumu bunu bilmiyoruz ama, Maraş'ta Tanır da Toros'larda,Avşar illerinde ne zaman bir düğün kurulsa;Önce osman ağanın aldığı haberden sonra söylediği türküyü söyler kadınlar erkeklerYankıları Torosların Binboğaların ötesine doğru yanık bir ses, yanık bir yürek Nerede bir gece toplantısı olsa, yaşlılar genç'lere Senem ile yazıcıoğlu Osmanın sevdalarını anlatırlar hep


Aşan Bilir Karlı Dağın Ardını
Çeken Bilir Ayrılığın Derdini
Bülbül Kaça Aldın Gülün Nargını
Gül Alıp Satmanın Zamanı Değil

Yaprak Gazel Olmuş Duruyor Dalda
Vefasız Güzelden Bize Ne Fayda
Bu Ayda Olmazsa Gelecek Ayda
Ölürüm Vazgeçmem Sevdiğim Senden

Selvinin Dalları Boyundan Uzun
Yavrular Gözüme Bir Salkım Üzüm
Ölmeden Görseydi O Yari Gözüm
Koyun Kuzu Kurban Olur O Zaman
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://ahiedebiyat.yetkinforum.com
muamma
Admin
muamma


Mesaj Sayısı : 319
Kayıt tarihi : 02/07/08
Yaş : 35

TÜRKÜ HİKAYELERİ Empty
MesajKonu: AYRAN TÜRKÜSÜ   TÜRKÜ HİKAYELERİ EmptyPerş. Eyl. 25, 2008 10:46 pm

AYRAN TÜRKÜSÜ

Gurbet ellerinde eğlendim kaldım
Güzel cemalini görünce durdum
Gelin bu ayranı taze mi yaydın
Hüdanın aşkına doldur ayranı
Canım ayranı, güzel ayranı

İyi hoş doldursun ayranı ya, sen kimsin? Köylük yerde bir genç kız her isteyene bir tas ayranı uzatırsa ne olur, adı nereye çıkar? Demezler mi; falancanın kızını gördüm, bir yabancıya tası doldurup ayran verdi Aralarında bir şey var, elin yabancısına yoksa verir mi ayranı? Hem köyün geleneklerine de ters düşmez mi? Hem de genç bir kız! Yok canım, bu işin içinde bir iş var mutlaka

Cemile güzelliği dillere destan bir kız, Aziz köyün yakışıklı gençlerinden Eh göz görüp gönül de sevince, her şey tamam gerisi büyüklerin bileceği iş Üç-beş emmi dayı; köyün muhtarı imamı, bir de Aziz’in babası varıp istemişler Cemile’yi Kız evi nazevi derler, olacak o kadar naz Araya bir kaç görüşme daha girer, sonunda iş tamam İş tamam da daha askerliğini yapmamış Aziz Bugün yarın derken, nişanlarının haftası askerlik çağrısı gelmiş Aman yaman daha yeni nişanlandım hiç olmazsa bir iki ay geçsin dese kimse dinlemez Günü gelince vurmuş sırtına çantasını, dost ahbap helâlleşmiş, varmış Cemile’nin yanına “Üç yıl çabuk geçer bak Büyük seli hatırla beş yıl oldu, dün olmuş gibi Esat emmi öleli dört yıl oldu Demem şu ki günler tez geçiyor; bir göz açıp kapayınca burdayım gönlünü ferah tut” demiş Bekleyeceklerine söz verip ayrılmış Cemile ile Aziz Kara trenin düdüğü ile ilk kez köyünden ayrılmış Aziz Sık sık mektup yazmış köyüne, içindekileri dökmüş mektuplarına Anasına babasına, dolaylı olarak da nişanlısına selamlarını, özlemlerini iletmiş

Aziz askerdeyken, kötü bir haber yayılmış asker ocağına; “Uzakdoğu’da savaş patlamış, bizi de savaşa çağırıyorlarmış” Kimi “Yok canım yalan söylüyorlar dünyanın bir ucundaki kavgadan bize ne” dese de, “Bizim sözümüz varmış, onlar savaşa girerse biz yardım edeceğiz, biz girersek onlar yardıma gelecekmiş NATO mu, ne diyorlar işte onun için” diyormuş kimileri Derken Aziz’in kura günü gelip çatmış Adı cepheye gidecekler arasındaymış Bir yandan üzülür ölürse yaban ellerde ölecek, hem ne için savaştığını da bilmeyecek “Yurduma düşman saldırmadı, arıma, namusuma dil uzatan olmadı peki bu savaştan bize ne” der “Acep oraların havası nasıl olur, kaç gün de gidilir” diye kendi kendine düşünür durur Çok geçmeden de cephede bulur kendini Gecesi gündüzü yok savaşın Aziz gününü ayını şaşırıyor, tek amacı ölmemek ve bir an önce Cemile’sine kavuşmak

Demokrat Partinin “Altın çağı” denilen bu dönem 1947 de ki yabancı sermayeyi teşvik kanunu 1951 de sermaye bölüşümünü daha da kolaylaştırıcı doğrultuda yapılan değişiklik ve Kore savaşına bir tugay asker göndermesiydi ABD’nin isteği ve NATO’ya üye olmak için Tuğgeneral Tahsin Yazıcı emrinde 5 bin asker Kore’ye gönderilmişti Türkiye savaşı standart 5 bin kişiyle sürdüreceğine söz verdiği için eksilmeler oldukça asker göndermeye devam etmiş ve savaşın Türkiye’ye faturası 717 ölü 5247 yaralı 229 esir 167 kayıp olmuştu Bu da ABD’den sonra en fazla kayıp veren ülkenin Türkiye olduğunun göstergesiydi

Her taraftan ateş yağmakta tam bir cehennem misâli Bu arada şarapnel parçalarından biri de gelip Aziz’i buluyor ki, hem de yapayalnız Düştüğü yerde kalıyor Aziz eli yüzü paramparça esir kampına götürülür Canı kurtuluyor kurtulmasına ya Aziz eski Aziz değildir artık Radyo bültenlerinde kayıp listeleri okunur, birliğine gelemeyenler arasında Aziz’in de adı vardır Cemile vurulmuşa döner Herkes birbirini avutmaya çalışsa da Aziz’in artık dönmeyeceğine çünkü onun öldüğüne inanırlar Ama Cemile hiç ümidini kesmemiştir, “Aziz ölmedi, ölse künyesi bulunurdu” diye diye aradan yıllar geçer ve tek bir haber çıkmamıştır Aziz’den Günlerden bir gün Cemile çeşme başında yayığı almış önüne ayran yapıyormuş Başını kaldırdığında bir atlının yoldan sapıp çeşmeye doğru geldiğini görmüş Cemile kafasını önüne eğip göz ucuyla da yabancıya bakmış Yüzü gözü yara bere içinde olan yabancı Cemile’den bir tas ayran istemiş Cemile de yabancıyı terslemiş, çünkü yabancı ayranı sözle değil türkü çağırarak istemiş Cemile de ayran vermek istemediğini yine türkü ile yanıtlamış Karşılıklı türkü düeti başlamış Türkünün sonunda yabancının Aziz olduğunu anlamış Cemile Anlıyor da ayran yayığını bir yana, bakracı bir yana atıp boynuna sarılmış Aziz’in Yılların özlemini bir türküyle dillendirip, iki sevgilinin kavuştuğu bu türkünün sözlerine bakalım

Ayran Türküsü

Aziz:
Uzak yollardan da kıvrandım geldim
Tatlı dillerine eğlendim kaldım
Gelin bu ayranı tazemi yaydın
Hüda’nın aşkına doldur ayranı
Cemile:
Uzak yolların vefası mısın
Ak alnımın da sen cefası mısın
Yaydığım ayranın kahyası mısın
Anamdan habersiz vermem ayranı
Aziz:
Bunca yıldır gurbet elde dururum
Çeker silahımı seni vururum
Ya ayranı alırım ya da ölürüm
Gel kız kerem eyle doldur ayranı
Cemile:
Ayranı atlarıma yüklerim
Götürür de dağ başına dökerim
Gurbet elde yârim vardır beklerim
Ondan başkasına vermem ayranı
Aziz:
O nedir ki yer altında paslanmaz
O nedir ki suya düşer ıslanmaz
O nedir ki etin kessen seslenmez
Ya bunun cevabın ya da ayranın
Cemile:
O altındır yer altında paslanmaz
O güneştir su altında ıslanmaz
O ölüdür etin kessen seslenmez
Bilirim bunları vermem ayranı
Aziz:
Tepsiye koydum da binliği tozu
Ortadan kaldırdık hele Aziz’i
Bir kaşık ayranı ver hala kızı
Hüda’ nın aşkına doldur ayranı
Cemile:
Tepsiye koydum binliği tozu
Ortadan kaldırdım hele Aziz’i
Sana feda ettim iki ala gözü
Getir kabını da doldur ayranı


Kaynak:
Yaşar Özürküt
Öyküleriyle Türküler 3
İstanbul, 2002
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://ahiedebiyat.yetkinforum.com
muamma
Admin
muamma


Mesaj Sayısı : 319
Kayıt tarihi : 02/07/08
Yaş : 35

TÜRKÜ HİKAYELERİ Empty
MesajKonu: BEN DE GİTTİM BİR GEYİĞİN AVINA (ALAGEYİK)   TÜRKÜ HİKAYELERİ EmptyPerş. Eyl. 25, 2008 10:48 pm

--------------------------------------------------------------------------------

BEN DE GİTTİM BİR GEYİĞİN AVINA (ALAGEYİK)


Ben de gittim bir geyiğin avına,
Geyik çekti beni kendi dağına,
Tövbeler tövbesi geyik avına,

Gidin arkadaşlar kaldım kayada,
Siz gidin kardaşlar kaldım burada

Tövbe ya Tövbe ki, tövbe! Yalnız geyik avına mı tövbe Yoksa dağların doruklarına, kırların yeşiline, havaya, suya mı bu tövbe? Tüm güzelliklere mi tövbe Eee ne dersin Bir kez ecel elini atmaya görsün Gençlik, nişanlılık, yakışıklılık para eder mi? Sebep? Sebep dizi dizi Kimini bir çukura düşürür; kimini bir kayadan uçurur Kimi bir yağlı kurşuna göğüs verir, kimi yele sele gider Sonra da türkülerin diline takılır, yıllar sonrasına taşınır olay

Öykümüz Toroslarda geçer Toroslarda geçer ya, çukurun bitip, tepelerin başladığı; Güneyin bitip, Güneydoğunun başladığı kesiminde Torosların "Gavurdağları" derler buradaki Toroslara Düz ovayı geçip, Antep - Maraş yolunu tutanlar, bu dağlardan geçmek zorundadır Zorundadır ya, geç geçebilirsen Mübarek dağ değil, zulüm kalesi sanki Alttan bakarsın sipsivri bir tepe Sağına bakarsın dağ; soluna bakarsın dağ Kıvrım kıvrım Gâvurdağı'nın tepesine tırmanmak zorundadır, bu dağı geçmek isteyenler Bir yanından girilir dağın; döne döne tepesine gelinir Yine döne döne inilir tepe aşağı doğru İnilir ama sağı uçurum, solu uçurum Sivri sivri kayalar var sağda solda Başı döner insanın kayalara bakarken Şöyle bir taş parçası alıp atsan aşağı, un ufak olur da, bir uçurumun dibinde dağılır kalır

Sözün özü; şimdi yol yolak yapılıp, geçit olmuştur Gavur Dağları ama, vakti zamanında ala gözlü cerenler, çatal boynuzlu geyikler, kınalı keklikler, turaçlar cirit atarmış bu dağlarda Kekliğin "Keklik Kayası" geyiğin "Geyik Dağı" varmış Uçurumları, mağaraları da bir bir bilirmiş hayvancıklar

Eee bir dağda keklik olur, ceren olur, geyik olur da, avcı el atmaz olur mu oraya? Adım başı bir uçurum olsa; ve de uçurumun sonu ölüm olsa, avcı avcılığını yapar Düşer avının peşine Düşer ya; eğer avcı gerdeğe girecek bir gençse; eğer nişanlısı onu gerdek odasında bekliyorsa, biraz dikkatli olmalı avcı değil mi? Ne gezer Eğer öyle olsaydı, günümüze kadar gelen "Alageyik Efsanesi", dilden dile dolaşmaz, gönülden gönüle bir burukluk bırakıp gitmezdi

Halil, dal gibi bir genç Bir de atıcı ki ehh! İşi, gücü geyikler Halil'in Sırtlandı mı tüfeğini omuzuna, ver elini Gavur Dağları Bir gün, beş gün olsa neyse ne! Bir hafta, on gün dağda kaldığı oluyor Halil'in Gelgelelim geride bir anası, bir de nişanlısı var Halil'in Bir nişanlı ki, melek gibi Halil'e de çok bağlı Ödü kopuyor Halil dağa gidecek de gelmeyecek diye Anası derseniz, hepten karşı Halil'in geyik avına gitmesine Ne zaman ki Halil azığını hazırlayıp atın terkisine atar heybesini; anası yapışır yularına atın; "Ey oğul oğul Gel vaz geç şu geyik avından Yuva yıkanının yuvası olmaz İflah olmazsın Sonu iyi gelmez Gel vaz geç Bak baban da bu yüzden iflah olmadı Ne yapacaksın bunca geyik postunu Yüreğim razı değil Atalar geyik avı tekin değil demiş Bugün olmazsa; yarın bir iş gelir geyik avlayanın başına Kurbanın olam oğul, terk et bu işi"

Halil'dir tutkun ava Hiç durur mu? Atlar atma; atlar ya, anasını da kırmaya gönlü razı olmaz "Ana, bu son olacak Bir daha söz olsun geyik avına gitmek yok " Bakar olacağı yok, ardmdan seslenir anası "Oğul oğul Madem ki inat ediyorsun Bari yavru geyiklere, yavrulu geyiklere kurşun atma Yuvalarını yıkıp, öksüz koma"

Bir yandan anası, bir yandan Zeynep Ne kadar yalvanr yakarırlar ama boş Caydıramazlar Halil'i geyik avından Her seferinde "Bu son olacak Tövbeler olsun artık geyik avına" der, sonra yine bildiğini okur Halil Hele iyi bir av yapıp, yüklendi mi sırtına geyikleri, kınalı keklikleri; deyme keyfine Köyün orta yerine bir ateş yakarlar Bir ateş ki, dumanı gökleri tutar Ne zaman ki alev biter, köz olur odun; atarlar geyikleri üstüne, bir şenlik, bir şölen Bir hay hay, bir vay vay karışır gider birbirine Tüm köylü birlik olup, çevirir ateşin etrafırıı Güle eğlene yerler geyik etlerini Yerler de bir yandan da Halil'in avcılığını övgülerler "Bravo arkadaş Şu koca Çukur'da yoktur senin gibisi" der kimi; kimi de "Zeynep sana helal olsun İyi avcı olduğun ondan da belli" diyerek yarenlik eder Halil'le

Ama her zaman rastgelmez Halil'in işi Gün olur, dağ bayır dolaşır da, bir tek geyik vuramaz Hele bir Alageyik var ki, aman aman!

Ne zaman ki, bu Alageyik çıksa karşısına, o gün hiçbir av yapamaz Halil Alageyik dersen bir başka geyik Kurnaz Çevik Canlıkanlı bir geyik bu Alageyik Çıkar bir kayanın başına, "gel beni vur" der gibi döş verir Halil'e Halil'dir yatar sipere Tam nişanlar geyiği Gez göz arpacık, demeğe kalmadan geyik kayıp! Bir de bakar ki, arkadaki kayaya geçmiş Alageyik Döner Halil Sürünerek yaklaşır Yatar sipere Ne mümkün! Kayalardan kayalara zıplar da sonunda kaybolur gider Alageyik Halil fellik fellik kovalar Alageyiği Sonunda yorgun düşer, uzanır bir ağaç gölgesine Sözün kısası, Alageyiğe rastladığı gün tek kurşun atamaz Halil

Böylesi günlerde, geyikler üstüne duyduklarını düşler bir bir Bazı geyikler tekin değilmiş Cinler mi, periler mi geyik kılığına girer de dağdan dağa koşuştururmuş avcıları Alageyiğe rastladığı gün Halil bu geyiğin de tekin olmadığını geçirir içinden Bırakmayı düşünür avcılığı Bırakmayı düşünür ya, av tutkusu kor mu tüfeğini duvara assın Alageyiğin tekin olmadığına inanır aslında İnanır ama, rastladığı zaman da kovup kovalamaktan geri durmaz Önündeki kayadan kaybedip, arkadaki kayadan görünce Alageyiği, iyice inanır onun tekin olmadığına Bir yandan da peşinden at kovar Zeynep'in yalvarılarını en çok böylesi durumlarda ansır Ve söylenir kendi kendine "Hele bir düğün olsun Bırakırım avı Zaten bu geyikler tuhaf yaratıklar Anlamadım gitti"

Günlerden bir gün, Halil yine tüfeği omuzunda, atının sırtında tırmanmış kayalara Bir de ne görsün, tam karşısındaki kayanın üstünde duruyor Alageyik Yanında da bir yavru Bir yavru ki, daha boynuzları çıkmamış Tüyleri pırıl pırıl Acemi Ürkek

Halil dar atmış kendini attan aşağı Siperlemiş kayayı Basmış tetiğe Yavru debelenmeye başlamış Tüfeğini Alageyiğe çevirmiş Halil bu kez Çevirmiş ama, Alageyik zıplayıp kaybolmuş birden Varmış, sırtlamış yavru geyiği, dönmüş köyüne Dönmüş ya, anası açmış ağzını, yummuş gözünü "Anayı yavrudım ayıran iflah olmaz Bu son olsun, vazgeç oğul" diye yeniden yakarmış Ne derse boş! Olan olmuş Halil de pişmanlık duymuş aslında Ama, ne gelir elden Bu efsaneyi anlatanlar der ki, Halil epey bir zaman ava gitmedi Ta ki, düğün gecesine dek Davulların, zurnaların eşliğide gerdeğe girdiği geceye kadar, tüfeğine el sürmedi Halil Sürmedi ama, gözü gönlü dağlarda Kulakları geyik sesinde İlk özlemi, Zeynep'ine kavuşmak, ikincisi de geyik avı Bu iki özlem öylesine karışır ki bazen, koparıp atamaz birbirinden Gün günü eskitir; özlem özlemi kamçılar Ve gelir düğün gününe dayanır Dayanır ki, bir yanda davullar zurnalar; öte yanda saz söz Üç gün; üç gece sürer düğün Erkekler bir yanda halay çekip lorke oynarken; kadınlar da kendi aralarında eğleniyorlar Maniler söyleyip, oyunlar oynuyorlar Dağdan taşınan odunlar, gece yığılır köy meydanına Bir ateş yakılır; sinsin ateşi Sonra da sinsin oynanır etrafında ateşin, güreşler tutulur

Üçüncü günün akşamı, güvey tıraşı yapılır Ağır ağır tıraş eder güveyi berber Bir yandan da kabak kemane, debildek çalar çengiler Güvey tıraş edilirken, töreler gereği herkes bir bahşiş karşılığı şişelerle kolonya serper seyircilere Ama bu bahşiş dolgun bir bahşiştir Güveyin yakınları, arkadaşları daha çok bahşiş atmak için yarışırlar birbirleriyle Güveyin tıraşından sonra, sağdıçlar oturur berber koltuğuna Onların tıraşı da törenle tamamlanır Sonra güvey sağdıçların arasında düşer yola Bir yandan da gençler "Atalım atalım" çeker Karşıdan "Nereye" diye sorarlar "Herkesi sevdiğinin kucağına" diye yanıtlarlar Hep birden silahlar çekilir, havaya kurşunlar sıkılır Evin kapısına kadar böyle sürer bu Sonra Halil'in sırtı yumruklanır, salınır içeriye Gerdek odasının kapısında telli duvağıyla Zeynep ayakta beklemektedir Halil'i Halil girer gerdek odasına; girer ya kulaklarında bir uğultu, gözlerinde bir karartı Bir tek ses geliyor kulaklarına, geyik sesi! Hem de evin yanından geliyor ses Halil durur Kulak kabartır sesin geldiği yana Basbayağı geyik sesi bu Üç günlük yoldan duysa, tanır geyik sesini Halil Bir durur "Kör şeytan, kör gözüne lanet" der Atar adımını içeri Daha fazla gelmeye başlar geyik sesi Dayanamaz, duvardaki tüfeğini kaptığı gibi fırlar dışarı Zeynep'e de "şimdi gelirim" der Ses yakından uzağa gitmeye başlar Halil sesin peşinde Ses Gavur Dağları'na doğru çekilir Halil de peşinde O gider ses uzaklaşır Varır Gavurun Dağı'na ulaşırlar Ulaşırlar ki, ne görsün Halil Alageyik çıkmış bir kayanın üstüne, bakıyor Halil'e Ayın şavkı vurmuş ki pırıl pırıl derisi Bir de alaylı bakıyor ki Halil'e Atar bir kayanın siperine kendini Halil Nişanlar tüfeğini Tam tetiğe basacak, fırlayıverir Alageyik Kayıp! Sonra yeniden sesi gelir yakından Varır Halil Bakar çıkmış bir kayanın tepesine Alageyik Kaya da kaya! Üç bir yanı uçurum Gözü kararır Halil'in Uçurumu görecek durumda değil Yeniden yumulur yere Basar tetiğe Alageyik yığılır kalir kayanın üstüne Halil'de bir heyecan, bir sevinç "Hem Zeynep'e kavuştum, hem de ava", diye geçirir içinden Bir koşu geyiğin yattığı kayaya yönelir Tam yanına gelir Alageyiğin, atar elini ki tutsun geyiği, Alageyik fırlar ayağa Fırlamasıyla da çifteyi sallaması bir olur Halil'e Tüfek bir yandan, Halil bir yandan boylar uçurumun dibini

Gerdek odasında da Zeynep bir bekler, iki bekler, bakar geleceği yok Halil'in Koşar tüfeğin asılı olduğu duvara bakar Tüfeğin yerinde yeller esiyor Fırlar allı duvağıyla dışarı Zeynep Fırlar da anlatır durumu sağdıçlara Herkeste bir merak, bir telaş Nerdeyse gün ağaracak, Halil yok ortalıkta "Gerdek gecesi güvey kalır mı dışarda Mutlakza başına bir iş geldi" derler Köy gençleri gruplar halinde düşerler dağ yoluna Şu tepe senin, bu tepe benim Adım adım,

Derler ki, köy gençleri ve al duvaklı Zeynep, Halil'in düştüğü uçurumun kenarına ulaştıklarında, Halil'in sesi bir inilti gibi geliyordu uçurumun dibinden "İp salalım çekelim yukarı" derler Diyene kalmaz ses seda kesilir Halil'de Zeynep'tir bir al duvağına bakar, bir uçurumun dibinde yatan Halil'e "Sensiz dünya haram bana" der, bırakır kendini Halil'in yattığı uçurumun dibine

O gün, bugündür bir ses gelir kayalıklardan Uğuldar uğuldar bir türkü olur Bu ses geyik avına tövbeler eden Halil'in yanık sesidir der duyanlar

Bu efsaneyi, dilden dile; kulaktan kulağa ulaştıranlar birşey daha derler Uçurumun dibindeki iki sevgilinin mezarlarının üstünde, her yılın ilkbaharında, aynı günlerde, tam seher vakti tanyeri ağarırken iki tek çiçek açar Bu çiçeğin biri kırmızı, duvak renginde, öteki mavi açar Tam çiçekler boylanıp, birbirine kavuşacakken, ötelerden bir geyik uçarak gelir, çiçekleri yer Bu her yıl böyle sürer gider Çiçekler kavuşamaz birbirine

ALAGEYİK

Ben de gittim bir geyiğin avına,
Geyik çekti beni kendi dağına,
Tövbeler tövbesi geyik avına

Gidin arkadaşlar kaldım kayada,
Siz gidin yoldaşlar kaldım burada

Ben giderken kaya başı kar idi,
Yel vurdu da ılgıt ılgıt eridi,
Ak bilekler taş üstünde çürüdü,
Gidin arkadaşlar kaldım kayada,
Siz gidin yoldaşlar kaldım burada

Esvabım bohçada basılı kaldı,
Tüfeğim duvarda asılı kaldı,
Nişanlım da benden küsülü kaldı,

Gidin arkadaşlar kaldım kayada, Siz gidin yoldaşlar kaldım burada


Kaynak:
Yaşar Özürküt
Öyküleriyle Türküler 1
İstanbul, 1999
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://ahiedebiyat.yetkinforum.com
muamma
Admin
muamma


Mesaj Sayısı : 319
Kayıt tarihi : 02/07/08
Yaş : 35

TÜRKÜ HİKAYELERİ Empty
MesajKonu: ÇIKTIM BELEN KAHVESİNE (ORMANCI)   TÜRKÜ HİKAYELERİ EmptyPerş. Eyl. 25, 2008 10:50 pm

ÇIKTIM BELEN KAHVESİNE (ORMANCI)



Muğla'nın Yatağan ilçesine bağlı Gevenes köyünde Mustafa Şahbudak adın da, 1922 yılında bir efe doğar Babası ağadır, dolayısıyla Mustafa da bir ağa çocuğudur Mustafa hiddetli bir kişiliğe sahiptir Köy Muhtarı Tevfik Cezayirli en yakın canciğer arkadaşıdır Herke bu ikilinin arkadaşlığına gıpta ile bakar Neredeyse her akşam köy kahvesinde bu iki arkadaş dama maçı düzenlerler iddialı ve dostça yapılan bu karşılaşmalar, kahvedekiler tarafından ilgi ile izlenir Çünkü bu olayların mükafatını, izleyiciler almaktadır 1946 yılı, Temmuz ayının sıcak bir gününde bu arkadaşlığa kan damlar, öfke seli karışır Uğursu hadise cezaevinde sonuçlanarak, elli beş yıldır söylenegelen bir drama dönüşür

Sıcak bir temmuz günü Mustafa Şahbudak, her zamanki gibi yine köy kahvesi ne gider O sırada kahveye Muhtar Tevfik Cezayirli'yi görmeğe, Yatağan ilçe Milli Eğitim Müfettişi ile tahsildar gelmiştir Muhtar olmadığı için misafirleri her zaman olduğu gibi, Mustafa Şahbudak ağırlama görevini üstlenir İki misafiri alıp yemeğe götürür Döndüklerinde Muhtar'ı kendilerini bekler görürler O gün iki misafirden izin isteyip, yine dama tahtasının başına otururlar Oyunun yarısında orman memuru, Mehmet İn, çıkagelir Mehmet, sarhoştur Bir gün önce, komşu olan Çiftlik köyünde yangın olmuştur 1946 seçimlerinin evrakları Yatağan'a gönderilecektir Seçim evrakını Yatağan'a, köy bekçisinin götürmesi zorunludur Ormancı ise, yangın evrakının bir an önce ilçeye götürülmesi için, bekçiyi Muhtar'dan ister Muhtar:
-Olmaz, daha acil olan seçim sonuçlarının ulaştırılması gerekiyor Bekçiyi gönderemem der Bunun üzerine Ormancı ile Muhtar arasında, bir tartışma başlar Muhtar en sonunda:
-Ayıp ediyorsun Mehmet, bize müsaade et, der

Ormancı kahveye girip tekrar geri döner, gelir Dama masasını bir yumrukta darmadağın eder Mustafa Şahbudak, bu davranışa tahammül edemez ve Ormancı'ya bir tokat atar Olayın büyüyeceğini anlayan köylüler, adamı alıp sakinleşmesi için kahvenin arka tarafına götürürler Ormancı oradan bağırarak küfürler savurmaktadır Küfürler Mustafa Şahbudak'ın tahammül sınırını daha da zorlar Yerinden kalkar, Ormancı'nın üzerine yürür Ormancı Mehmet'in, kamasını çıkarıp Mustafa Şahbudak'ın sol kolunun pazısından yaralar O zaman, Mustafa Şahbudak Ormancıyı korkutmak için, belindeki tabancayı çıkarır, yere doğru ateş eder İşte ne olursa, o an olur!

Muhtar, Ormancı'nın ikinci kez kama vurmaması için elini tutar Fakat, Mustafa Bey tetiği çoktan çekmiştir Ormancı bunun üzerine kaçmaya başlar Mustafa Şahbudak kaçmasın diye, bir el daha ateş eder Bu ateş de öldürmek için değil, kaçmasına engel olmak içindir ikinci atış üzerine Mehmet in, yere düşer

Arka cebinde tabaka olduğu için, ona hiç bir şey olmaz Bu arada ne yazık ki, Mustafa Şahbudak, kaza kurşunu ile dostu Tevfik'i vurur O günlerin imkansızlıkları içerisinde Tevfik'i, tahta bir sal üzerinde Muğla devlet hastahanesine götürürler Tevfik, çok kan kaybetmektedir Mustafa, Doktor Veli Bey'e:

Babamın selamı var, bu adamı iyileştir der
Veli Bey:
-O ölecek, önce senin kolunu saralım der O sırada Tevfik eliyle işaret edip Mustafa'yı yanına çağırarak:
-Ben ölüyorum hakkını helal et der
Mustafa:
-Hayır, sen ölmeyeceksin! derken ağlamaya başlar Aslında orada herkes efelerin ağlamadığını bilir Ancak Mustafa, arkadaşının bu durumuna dayanamamıştır
Gerçekten de biraz sonra Tevfik, hayata gözlerini kapar Mustafa, en yakın arkadaşını öldürdüğü için polise teslim olur, Bu olay üzerine dört yıl ceza yer Ceza evindeyken her gece Tevfik rüyasına girer Ancak Ormancı'ya kini gittikçe artar Bu acı olaydan sonra köyde kalamayacağını anlayan Ormancı, tayin ister
Kavaklıdere Orman Müdürlüğüne atanır Aslen Marmarislidir Emekliliğinden sonra oraya yerleşir Doksanlı yılların başında, kendi memleketi olan Marmaris'te ölür

Mustafa Şahbudak cezaevinden çıktıktan sonra, anılarla dolu o köyde yaşayamayacağını anlayıp, Muğla merkeze yerleşir

Çok sevdiği, günlerini birlikte geçirdiği arkadaşını Muhtar Tevfik Cezayirli'yi tek
kurşunla öldürdüğünde arkada yirmi beş yaşında bir eş ve üç çocuk bırakır Muhtar'ın eşi Pembe, bu acıya dayanamayınca birkaç yıl sonra aklı dengesini yitirir Oğlanın biri İzmir'e yerleşir Diğer oğlanla kız, köyde evlenirler ve hayatlarını orada sürdürmeye devam etmekteler

Yıllardır her şeyi unutmaya çalışan Mustafa'ya bir gün arkadaşları, Tahir Usta adında bir değirmenciden bahsederler Bu değirmenci, annesinin akrabasıdır Değirmenci Tahir Usta aynı zamanda türkü de bestelemektedir İşte Gevenes köyünde yaşanan bu acı olay da bu kişi tarafından bestelenmiştir Düğünlerde okunan, herkesin diline düşen türkü ''Ormancıdır'' Bir gün, radyodan duyduğu bu türkü ile unutmak istediği olayları, tekrar yaşar gibi olur Radyoyu kapatır, bu türküden çok incinmiştir

Ormancı türküde Ormancı adı ile, Mustafa Şahbudak ise ''Bay Mustafa" adı ile yer almıştır

Ormancı Mehmet'in bir anlık sarhoşluğunun musibetini, yıllarca pişmanlık
duyarak ve memleketinde barınamayarak ödedi demek yanlış olur
Çünkü o türkü yaşadığı müddetçe kötü adam olarak anılacaktır ve tarihe öyle geçecektir*


ORMANCI TÜRKÜSÜ

Çıktım Belen kahvesine baktım ovaya
Bay Mustafa çağırdı, dam oynamaya,
Ormancı da gelir gelmez, yıkar masayı,
Söz dinlemez Ormancı, çekmiş kafayı
Aman Ormancı, canım Ormancı
Köyümüze bıraktın yoktan bir acı

Gevenes' in ortasında, değirmen döner,
Değirmenin suları, dağından iner,
Ormancı'ya atılan kurşun, Tevfik' e döner,
Tevfik' in feryatları, yürekler deler,
Aman Ormancı, canım Ormancı
Köyümüze bıraktın yoktan bir acı

Gevenes' in suları hoştur içmeye,
Üstünde köprüsü var, gelip geçmeye,
Tevfik' imi vurdular, hiç mi hiç yere,
Yazık ettin Ormancı, köyün iki gencine
Aman Ormancı, canım Ormancı
Köyümüze bıraktın yoktan bir acı

*Derlemeyi yapan Kemal Erdinç

1-Cumhuriyet Üniversitesi Türk Dili Okutmanı
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://ahiedebiyat.yetkinforum.com
muamma
Admin
muamma


Mesaj Sayısı : 319
Kayıt tarihi : 02/07/08
Yaş : 35

TÜRKÜ HİKAYELERİ Empty
MesajKonu: DEBRE'Lİ HASAN   TÜRKÜ HİKAYELERİ EmptyPerş. Eyl. 25, 2008 10:51 pm

DEBRE'Lİ HASAN

Debreli Hasan, Drama'da yetişmiş Debreli namıyla mübadele öncesi donemde Drama-Serez-Sarisaban bölgelerinde faaliyet göstermiş bir halk kahramanı eşkıyadır

Drama köprüsünü,o devrin haksızlıkla para kazanan halkı ezen zenginlerinden aldığı haraçla yaptırmıştır Debreli Hasan'ın yaşadığı,donem kesinlikle bilinmemekle beraber Cakircali Efe ile çağdaş olduğu görüşleri,hatta atıştıklarına dair hikayeler onun 1870-1920 yılları arasında Makedonya dağlarında egemen olduğunu göstermektedir Bu konuda halk arasında söylenen menkıbeye göre;Selanikli Yahudi bir tüccar ticaret için İzmir'e gidecektir"Eğer bu civar dağlarda hükümran olan Debreli'den geçsen, Ege dağlarında Cakircali'dan geçemezsin "denir, kendisine Nitekim de öyle olur

Debreli'nin çetesinde pek çok kişi yoktur Bilinen Kara kedi namıyla bir tek kızanı olduğudur Halka onu sevdiren eşkıya kişiliğinin en ustun tarafı ise fakirlere yardim etmesi,bilhassa birbirini seven yoksul gençleri evlendirmesidir Bu konuda şöyle bir menkıbe de vardır "Evlenmek niyetinde olan dağlı bir genç,tek danasını almış, İskece pazarına inmektedir Yolu, Debreli Hasan tarafından kesilir Delikanlının evlenmek için parası olmadığını anlayanca Debreli kendisine düğün için yetecek parayı verir ve ayrıca danasını satmamasını salık verip uğurlar"

Makedon dağlarının Debreli'si sonunda padişah affına uğrar veya söylentiye göre mübadelede güvenlik güçlerinin elinden kaçmayı başarır ve Türkiye'ye göç eder

Kısacası Rumeli Türklerinin gönlüne yerleşmiştir efsanesiyle Debreli Hasana

Drama köprüsü Hasan dardır geçilmez
Soğuktur suları Hasan bir tas içilmez
At martinini Debreli Hasan dağlar inlesin
Drama mahpusunda Hasan Kara kedi dinlesin

Mezar taşlarını Hasan koyun mu sandın
Adam öldürmeyi Hasan oyun mu sandın
At martinini Debreli Hasan dağlar inlesin
Drama mahpusunda Hasan dostlar dinlesin

Drama köprüsü Hasan dardır daracık
Çok istemem Yanko Corbaci bin beş yüz liracık
At martinini Debreli Hasan dağlar inlesin
Drama mahpusunda Hasan Kara kedi dinlesin

Drama köprüsünü Hasan gece mi geçtin
Ecel şerbetini Hasan ölmeden mi içtin
At martinini Debreli Hasan dağlar inlesin
Drama mahpusunda Hasan dostlar dinlesin


Kaynak:
Öyküsüyle Türküsüyle
Batı Trakya Türküleri
Reşit Salim- Osman H Arda
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://ahiedebiyat.yetkinforum.com
muamma
Admin
muamma


Mesaj Sayısı : 319
Kayıt tarihi : 02/07/08
Yaş : 35

TÜRKÜ HİKAYELERİ Empty
MesajKonu: ELA GÖZLÜ NAZLI YARİM   TÜRKÜ HİKAYELERİ EmptyPerş. Eyl. 25, 2008 10:52 pm

ELA GÖZLÜ NAZLI YARİ

Derleyen : Mazlum N Kılıçkıran

Çıkarttın allan kara bağladın
Yüreğimi aşk oduna dağladın
Bir yar için on beş sene ağladın
Ey Ferrahi gül dedim de, gülmedin

Gönlü yaralı bir ozan Ferrahi Dediği gibi bir yar uğruna yanıp yakılmakla geçmiş ömrü 1934 yılında Ceyhan'ın Kıvrık köyünde doğmuş Asıl adı Mehmet Ali Metin Saz vurmaya küçük yaşlarda başlamış Çevrenin sevilen bir genci olmuş Söz erliği, yanında çalıştığı ağanın kızına sevdalanmasıyla başlıyor Ağa önceleri kızım Ferrahi'ye vermeye razı olu yor ama sonraları çevrenin dedikodularının etkisiyle bundan cayıyor

Türkülerinden de anlaşıldığı gibi ağa kızının adı Emine'dir İki gönlün bir olması engellenince, alır başım çıkar sıladan Başlar gurbet ellerde sazıyla çile doldurmaya Bundan sonra Ferrahi'nin öyküsü daha da yanıktır Otuz yaşlarındayken bir Aşık için en önemli şeyini, sesini kaybeder Sazıyla kalır bir başına Bir ara evlenir ve bir kızı olur Adım Emine koyar Küçük Emine beş yaşından sonra babasının sesi, soluğu olur Baba çalar, küçük Emine söyler 1960 doğumlu olan Emine'nin söyledikleri yalnızca babasının türküleri değildir Daha o zamandan dağarında yüz elli türkü vardır Böylece baba-kız geçim derdini birlikte yüklenir, birlikte paylaşırlar Yurdumuzun çeşitli yörelerinde yapılan Aşıklar Bayramları'na katılırlar Şimdi 1967 yılında Konya'da yapılan Aşıklar Bayramında Mihri Hatun ödülünü kazandıran türküsünün sözlerini sunuyoruz

Ela gözlü nazlı yari
Görem dedim göremedim
Boş kalmıştır kavil yeri
Varam dedim varamadım

Gönlümün gülü nerede
Engeller durmaz arada
Emine'yle ben murada
Erem dedim, eremedim

Şeker kaymak tatlı dili
Kınalamış nazik eli
Koynundaki gonca gülü
Derem dedim, deremedim

Şahinim yok çıkam ava
Ne yaptımsa aldım hava
Kuşlar gibi ben bir yuva
Kuram dedim kuramadım

Gel derdini bana anlat
Ben kimlere edem minnet
Dediler ki, bağın cennet
Girem dedim, giremedim

Mehmet Ali asıl adım
Ferrahi'yi pirle kodum
Gurbet elden dönem dedim
Duram dedim, duramadım

Kubbede kalan bir hoş seda diye boşuna dememişler İşte Ferrahi'yi artık yaşatanlar da radyolarımız Halk Türküleri dağarında bulunan bu türküler oluyor Çünkü Ferrahi'nin dolmak bilmeyen çilesi 1969 yılının 26 Nisan günü aramızdan ayrılmasıyla tükendi Usta aşık ardında bir bir çok koşma, güzelleme gibi türküler bırakarak göçüp gitti Son senelerinde iki Aşıklar Bayramı'na katılmıştı Her ikisinde de kızı Emine'yle birlikte birincilik ödülü aldı 1967 Yılında Konya'da <<Mihri Hatun>> türkü ödülünü, ertesi yıl da yine Konya'da Köroğlu ödülünü aldılar Ferrahi'nin öyküsünü çok sevilen bir türküsünün şiiriyle erdiriyoruz

Ah neyleyim gönül senin elinden
Her zaman ağlarım gülemem gayrı
Ben bıktım usandım elin dilinden
Terk ettim sılayı dönemem gayrı

Gönül ben sırrına eremedim ki
Gonca, gonca güller deremedim ki
Kaybeyledim (aneyledim) dostu göremedim ki
Aylar yıllar geçse göremem gayrı

Ey Ferrahi, yandım yar ateşine
Neler gelir gariplerin başına
Ağlayarak geline mezar taşıma
Uyanıp da sana gülemem gayrı



Kaynak:
Ahmet Günday
Bağlama Metodu
Notaları ile Halk Türküleri
ve Türkü Hikayeleri Nisan 1977
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://ahiedebiyat.yetkinforum.com
 
TÜRKÜ HİKAYELERİ
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: EDEBİ BİLGİLER :: HALK EDEBİYATI-
Buraya geçin: